25 Aralık 2024 Çarşamba

Dijital Sanat Olarak Yapay Zeka ve Yabancılaşan Yapıt

ChatGPT aracılığıyla yazılmış bir eser sahiden de dijital sanat olabilir mi? Dijital sanat, bilgisayarı bir araç olarak kullanmayı mı yoksa yaratıcılıkta da pay sahibi bir partner, ortak olmasını mı ifade ediyor. En basit deyimle Wikipedia bile bu konuda ikinci seçeneğin ihtimal dahilinde oluşuna göre kanaat beyan ediyor. Haliyle sanatın, sanatçının ne olduğu meselesi bu bağlamda tartışmaya açık hale geliyor. Diyelim ki fotoğraftaki kitabı örnek alalım: yapay zekanın girilen komutlara göre çıktı verdiği ve bu çıktıların düzenlenerek bütün haline getirildiği "şey" nasıl tarif edilir ya da edilmelidir? Şayet yapıt diyeceksek, burada bir sorun ortaya çıkıyor. Yapıtın tanımı "ortaya konulan ürün, eser" ifadesiyle karşılanıyor. Oysa yapay zekanın hayal ederek sunduğu parçaların uygun biçimde montajını kapsayıp kapsamadığı meselesi henüz bir soru işareti.

Zira ortaya konulan ürünün bir yapıt ya da daha doğru ifadeyle eser sayılabilmesi için eskilerin deyimiyle müellifinin izlerini taşıması gerekir. Zaten sanatın ve sanatçının özgünlüğünü, değerini belirleyen ölçüt de budur. Aksi halde birbirinin kopyası metinlerin oluşturduğu bir yığın meydana gelecektir; işin trajik yönü ise, bunun tartışılabilecek yanlarının da sırf maddi çıkarlar yüzünden durmadan törpülenmesi. Eser kelimesinin tanımında dahi "sahibinin özelliklerini taşıma" vurgusu yapılması boşuna değildir. Yapay zekanın Van Gogh gibi eserler çizmesi, Van Gogh gibi "aykırı" çizgiler, renk kullanımı ve kompozisyonlar ortaya çıkarabileceği anlamına gelmiyor. Elbette bu söylediğim günümüzün şartlarını göz önüne aldığımızda geçerli. Yine de, halihazırda şahit olduğumuz tablo şimdilik böyle görünüyor.

Öte yandan postmodern bile denilemeyecek kadar büyük bir absürdün içinde gezindiğimiz bir gerçek. Yanlış anlaşılmasın, burada özne Koda ya da Beyza Hanım gibi görünse bile vurgu ona değil. Asıl sorun, fosmodern diyebileceğim kadar şirazesi kaymış noktaya böylesine istekli ilerlememiz. Entelijansiyanın kendi içinde kifayetsiz muhterisler birliği kurması hatta bununla yetinmeyerek küçük burjuvalığı riyanın doruklarında yaşamaları asıl acı olan. Martin Eden'ın idealizmden nihilizme sürüklenişinde ya da Selim Işık'ın gözünden acı acı güldüren Oğuz Atay ironisinde olanca çıplaklığıyla bunu görüyoruz. Martin'e selam bile vermeyen editörlerin riyasının anlatıldığı eserin bugün Martin Eden ismiyle övünerek yayınlanması ironik, değil mi? Oysa onca emeğin nihayetinde çıkan bir Martin Eden'den onlarcasını çok daha kolay üretmek mümkün artık. Ludizm sanmayın bunu; Oportunizm!

Ne demiş Guy Debord, "Gösteri, kendini tartışılmaz ve erişilmez devasa bir olumluluk olarak sunar. “Görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür” der, başka bir şey demez. İlkesel olarak talep ettiği tutum bu edilgen kabulleniştir; ve ortaya çıkışına karşılık verenin olmaması ve görünüş üzerindeki tekeli ile aslında zaten bunu elde etmiştir."

Yabancılaşmanın kinayesi, sahiden de sahneye çıkana kadarmış.