19 Ocak 2019 Cumartesi

Geceye Not - 7


-I-

Bir bulut izliyor yolumu, bir gölgeye kısılıp kalmışım; güneş uğramayı mı unuttu yoksa ışık artık orada değil mi? Melankoli işte bildiğin gibi, nereye bakarsan gördüğün kadarını yaşamın muhtevasını tekabül edecek şekilde yorumlarsın, ardından geçersin kağıdın başına ve büyük sözlerle meramını aktarırsın. Kağıt kirlendikçe zihnin berraklaşır, kağıda aktıkça zehir, ışık daha da parlaklaşır. Yazmak dediğin eylem insanın kendi bedenine soktuğu toksini imhası değil midir zaten. Hangi yazar ya da şairin hayatı yazmanın faydasını, erdemine yeğlememiş? Işığın vurduğu yüzey soğruldukça ortaya görüntü çıkar; yazarın içinde toplanan zehir de ortaya yazını çıkarır.

-II-

Bazen kapını sonuna kadar açarsın, dönüp bakan dahi olmaz; bazen de kilitler vurursun boydan boya, kapının çalındığını duyarsın. Kapıyı açmak mı yoksa duymazdan gelmek mi gerekir? 
Dünyanın en büyük romanlarından Savaş ve Barış'ın yazım süreci, aslında basit bir makaleden tarihi bir romana sürükleniş hikayesidir. Tolstoy, yazmak istediklerini öğrenirken daha da fazla bilmeyi arzulayınca, önünde ardı ardına kapılar açılır. Ailesinden kalan kütüphanesinde yirmi binden fazla kitabı olan bir kitap kurduna eğer doğru bir hedef sunulursa neler yapabileceğinin ispatıdır.

Isaac Asimov kitaplarla ilişkisini yemeklerle ilişkisine benzetirmiş. Zihnini bedeni kadar beslemeye gösterdiği özeni anlıyoruz böylelikle. Babasının kendisine aldığı ilk üyelik ile kitapla tanışan Isaac, dünyası ötesinde dünyaları keşfettiği ilk günden yaşamını yitirdiği güne değin atan damarı sağaltmak çabasında değil miydi?

-III-

Gecenin kanatları vardır, bir anda yeryüzünden soyutlar. Sesler büyür, düşünceler belirginleşir. Duygular ve özellikle yalnızlık kemikleşir, batar durur. Özlem eski bir yara misali sızlar, nefret tüm bedeni katederek zihni yoklar. Gemsiz bir at koşturur damarlarında ve ister ki tükenene kadar durmasın. Bu oyunun kazananı yoktur, bağımlılık yapar. Delilik çıkarır kafesi aniden ve kafese girenin sürgünü başlar. Oyunun kuralları ve oyuncuların niteliği, oyunun her durağında değişir. Delilik bir an değil, belirli geçişlerle sürekliliği arayan ama bulamayan kişidir. Acının yoğunluğu değil yani sürekliliğidir ve acıyı kesmek için, acının bilinmezliğiyle sarmalanmış hayatlar inşa edilir. Kelimeleri salar, başıboş bir halde koşmaya başlarlar. Ve bir anda cümleler inşa olur. Sarsıntılar, yıkıntılar arasında keşfedilen anılar:
Damarları kuruduğundaysa, yaşama dönme imkanı bulunur. 

Resim: The Face of War - Salvador Dali(1940)

18 Ocak 2019 Cuma

Geceye Not - 6

Gece çöktüğünde zihnim kabuk değiştirir. Sanki yönetimi ele geçiren üst bir insan, kendi yolunda yürümeyi telkin eder, gösterir. Beynimin basıncı artar bazen, düşüncelerin sıkıştığını hissederim. Paramparça olacakmış gibi, kişiliğim düşüncelerin arasında köşe kapmaca oynar. Diğer zamanlarda ise geniş bir ovanın aydınlık manzarasını seyredercesine ferah olur. Rahatladığımı, güçlendiğimi ve yerimi bulduğumu düşünürüm. Bu durum ister istemez yazımımı da etkiler. Sıkıştıkça kelimelerin de boğulduğunu, zincirlerinden kurtulmaya çalışan fakat direndikçe çukura daha fazla batan zayıf köleler olduklarını sezerim. Beklerler ki birisi gelsin ve zincirlerinden kurtarıp, mahir elleriyle onlara yol versin. Öte yandan özgürleşmişse ve o aydınlık ovaya atmışsa adımını, kelimeler kağıdın üstünde adeta raks ederler. Sanırsın hayat tozpembe; izler ve mutlu olursun. 

Tüm bedenim bu temel değişimin arasında kalıp, kendini aramaktan ibarettir. Yazmak, izlemek ve konuşmak tamamen bunu çözümleme çabasıdır. Okumak, okuduklarını anlamak aslında kendine bir kapı aralama isteğidir. İnsan en çok kendini tanır fakat bununla birlikte en çok da kendine yabancıdır. Yargıları da bu öznel yorumla ortaya çıktığından, aynaya ihtiyacı vardır. Benim aynam, kırık dökük; tutarım kendimi ve gördüğüm yalnızca kırıkların arasından sızan darmadağın bir surettir. Parçalandığı yerlerden okşanmak istenen ama sarmaya da sarılmaya da ne cesareti ne de hevesi olmayan safiyane bir yürektir. Bir bütün halinde bozuk yansılar uyandıran, gölgesi bile toprağa kuraklık getiren; değişimin sertliğini görüyor musun? Beynin iki lobu arasında sürekli olarak gezinen ama yurdunu bulamayan o gezgin, gezenti işte benim...