19 Aralık 2014 Cuma

Herzl ve Siyonizm



 Yahudiler, antik çağdaki ulusal toprakları olan İsrail Diyarı'nda iki defa siyasi otonomiye sahip olmuşlardır. Bunlardan MÖ 1350'den MÖ 586 yılına kadar süren ilki, Yargıçlar Kitabı, İsrail ve Yehuda Krallıklarının Birleşik Monarşi ve Bölünmüş Monarşi dönemlerini içine alır ve Birinci Tapınak'ın yıkılması ile sona erer. İkincisi ise, MÖ 140 ile MÖ 37 yılları arasındaki Haşmonayim Krallığı dönemidir. Birinci Tapınak'ın yıkılmasından itibaren, dünyadaki Yahudilerin çoğunluğu diyasporada, yani sürgünde yaşamıştır.
Fransa'da ortaya çıkan Dreyfus Olayı sonrası artan Yahudi karşıtlığı hem siyonizm fikrinin seyrine yön verdi hem de Siyonizm'in kurucu felsefesini açığa çıkardı. Siyonizm'in babası Theodor Herzl, Yahudilerin tüm dünyada ezildiği ve acı çektiği düşüncesinden hareketle 1896 yılında "Yahudi Devleti" (Der Judenstaat) adlı kitabını yayınladı. Kitabın ana fikri anti-semitizm'in Avrupa toplumunun derinlerine işlediği ve bu hastalığın entegrasyon v.b çarelerle çözülemeyeceği tek çözümün bağımsız bir devlet kurmak olduğunu savunmuştur.

Yahudilerin Arz-ı mev’ut (vadedilmiş topraklar ) üzerine devlet kurma çalışmaları 19. yüzyılın 2. yarısına dayanır.
Herzl, kutsal Siyon tepesinin bulunduğu Filistin topraklarında Yahudi Devleti'ni kurmak amacı ile önce İngilizlerle bağlantıya geçmiş, ancak Filistin topraklarının Osmanlı egemenliği altında olması çözümün adresi olarak dönemin padişahı II.Abdülhamid'i göstermiştir. Öncelikle Osmanlı ile iyi ilişkileri olması hasebiyle Alman İmparatoru II.Wilhelm ile ilişkiye geçmiş ancak umduğunu bulamamıştır. 17 Mayıs 1901 tarihinde Abdülhamid ile görüşmeyi başarmıştır. Görüşmede Herzl, padişaha "Yahudilerin vadedilmiş topraklarda"yurt" kurmasına izin verildiği takdirde Avrupa'daki Yahudi bankerlerin Osmanlı'nın tüm dış borçlarını ödeyeceğini" bildirir. Bu taahhüdü Abdülhamid "Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır." cevabı ile reddetmiştir.
Bu olayın üstüne Osmanlı planını rafa kaldırırken ağzından şu sözler dökülecektir."Türkler gün gelecek, dilenci durumuna düşecek ve dizlerime kapanıp yalvaracaklar." 
Bunun üzerine İngiltere ile yeniden ilişki kurarak sorunun çözüleceği fikrinden hareketle İngiliz Sömürgeler Bakanı Chamberlein ile görüşür. Bu görüşmeden de istediği sonucu alamayan Herzl kısa bir süre sonra Londra'ya davet edilir. Bu görüşmede "Yahudi yurdu" olarak kendisine Uganda teklif edilir, ancak bunu reddeder. Filistin topraklarının "vadedilmiş topraklar" olması Herzl'in gözünü buraya çevirmesinin nedenidir.

İlk çalışmalar İngiltere'de başladı, İngiliz hükumeti bir genelgeyle Filistin ’deki konsoloslarını, Yahudilerin himayesine verdi.
Siyonistler, devlet olabilmeleri için bir tarım sınıfına ihtiyaçları olduğunu farkettiler, lakin Avrupa Yahudilerinin neredeyse tamamı ticaretle
Sonraki yıllarda Siyonistler dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan Yahudi topluluklarını -devlet kurabilmek için etkili bir nüfus oluşturmak gayesiyle- Filistin'e göçmeleri için ikna etme çabalarına devam etti. Nazi Almanyası'nın 1930'lardan 1940'ların ortalarına kadar Yahudilere soykırım uygulamaya başlamasıyla Filistin’e büyük bir Yahudi göçü başladı. Filistin’deki Araplar bu göçe karşı koyduklarından İngiltere, Yahudi göçlerinin durdurulmasına karar verdi. Bunun üzerine Filistin’e de gizli Yahudi göçleri düzenlenmeye başlandı. II. Dünya Harbi'nin müttefiklerin galibiyetiyle bitmesinden sonra, Filistin meselesi son safhasına ulaştı. İngiltere daha sonra Amerika’nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin meselesini Birleşmiş Milletler 'e götürüp, meselenin çözülmesini istedi. 


uğraşıyordu.Rusya'da ise tarımla uğraşan Yahudiler mevcuttu . Ama bir diğer tarım ülkesi Rusya'dan bu insanları İsrail'e getirmek nasıl mümkün olacaktı?
1870’te Yahudi faaliyetlerinin merkezi İngiltere ’den Rusya’ya geçti.  O dönemde Rusya'da Yahudilere karşı özellikle çiftçi Yahudileri içeren 'pogromlar' ismiyle bilinen bir dizi katliam yaşandı.
Katliamlara maruz çiftçi Yahudilere, Siyonistler tarafından ülkeyi terk edip Filistin'e yerleşmeleri teklifi yapıldı. Böylelikle hem tarımsal faaliyet sağlanacak hem de İsrail devletinin temelini atılacaktı
1870 yılından itibaren çiftçi Yahudiler Filistin toprakları üzerinde tarımsal yerleşme merkezleri kurmaya başladılar. Bununla birlikte, Rusya'yı terkeden Yahudilerin birçoğu Avrupa'ya göçtü. 
1870 - 1896
yılları arasında Eretz Israel'de on yedi tarım kolonisi kuruldu.
I. Dünya Savaşı sonunda 2 Kasım 1917’de İngiltere dışişleri bakanı Arthur Balfour'un girişimiyle Balfour Deklerasyonu süreci
başlatıldı. Milletler Cemiyeti 1920 yılında, Filistin üzerinde İngiliz mandasını tanıdı. Bundan sonra kurulan bir Yahudi bürosu
İngiltere nezdinden Yahudi haklarını temsil etmeye başladı. 

BM, Kasım 1947'de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Yahudiler bu kararı kabul ederken Araplar reddetti. Ben Gurion bu durumu şu sözlerle eleştirmiştir."Biz, Birleşmiş Milletler'in çözüm yollarını kabul ediyoruz; fakat Araplar öyle değil."
İsrail Kudüs şehrine ise BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı. Bu çözüm Arapları tatmin etmedi. İsrail-Filistin Savaşı başladı.
14 Mayıs 1948'de BM paylaşım planı uyarınca David Ben-Gurion tarafından İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edildi.


16 Aralık 2014 Salı

Freud ve İnsan Bilinci


Sigmund Freud,
Psikanaliz öğretisini geliştirmiş olan Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog. Kişiliğin 5 farklı dönemden geçerek geliştiğini öne süren Psikoanalitik Kuram'ın kurucusudur.
1930'larda insan bilincinin oluşum süreçleri üzerinde çok ciddi toplumsal ve ruhbilimsel araştırmalara imza attı. İnsanı
toplumsal gelişim teorisi ekseninde ele alan Freud bilinci id, ego ve süperego olarak üç ayrı ruhsal kategoriye ayırmıştır. Buradan yola çıkarak insanın toplum içerisindeki sosyal durumu analiz edilmektedir. Birinci
Dünya Savaşı'nın beraberinde getirdiği yıkım ve binlerce insanın ortadan kaldırılması sonucu, ciddi anlamda vicdan olgusunu sorgulamaya giden Freud, bu üç aşama ile insanın karar ve yargı
sistemini çözmeye çalışmıştır. İnsanların bir anda nasıl bu üç aşamayı
taşıdıkları ve nasıl duygularının kurbanı olabildiklerini yaşayarak gören Freud, buna yüz yıldır tartışılıp çürütülemeyen tezleri ile açıklık getirmeye çalışmıştır.
Bilinci bir buzdağına benzetmiş ve İd, Ego ve Süperego olarak üç bölüme ayırmıştır.
"İd", İçimizdeki doyumsuz hayvandır. Kendisini yalnızca ihtiyaçlara göre ayarlayan, eleştiri kabul etmeyen, güdüsel, durdurulamayan yanımızdır. Buna verilebilecek en iyi örnek cinsellik,saldırganlık, açlık, kin vb. Bu yönü ağır basan birey vicdan olgusundan yoksundur. Freud İd'in en temel en ilkel benliği ihtiva ettiğini iddia etmiştir. Örneğin; Karanlık veya yükseklik korkusunun kalıtsal olarak nesilden nesile taşındığını öne sürmüştür. İd için aynı zamanda kişiliğin çocuksu tarafı da denilebilir. Kişilik gelişimi dönemlere ayıran eğitim bilimciler id'in, bu dönemlerin en alt basamağında yer aldığını söyleseler de,kişisel gelişim basamaklarının herhangi birisinde sorun yaşayan bir bireyde id'lere çok sık rastlanabilir. Bir bireyde İd'i dengelemek için ego (Kişilik Savunma Mekanizması) devreye girer. Bilincin
orta aşaması olarak da, Freud'un izah ettiği Benlik (Ego), Çeşitli savunma mekanizmaları ile idi dengeler. Doğa ya da
çevre ile id arasinda bir denge unsurudur. Çevrede ya da doğada
bulunan maddelerin uygunluğunu yine tarafsız bir zeminde kontrol
eder ve bu nesnelerin uygun olup olmadığını belirler. Temel görevi kişisel güvenlik sağlamak ve idin bazı isteklerine izin vermektir. Freud ilerki yıllarda gerçekliği test etmek, savunma, bilgi sentezi ve zeka fonksiyonları ile hafızayı bu merkeze bağlamıştır. Aynı zamanda
eleştiri yapan bölüm olup, güdüleri durdurma ile ilgilenir.
Freud'un deyimiyle ego şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir. İd ile süperegonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan hakemdir.

Süperego, baba figürünün ve kültürel adetlerin içselleştirilmiş bir sembolüdür. İd'in ihtiyaç ve talepleriyle çatışma halindedir. Id ye karşı saldırgandır. Tabuları ayakta tutar. 
Oedipus kompleksi diye adlandırdığı çalışmasında bilinci şu şekilde tasvir etmiştir. İd; annesine aşık bir çocuk
Ego; İd'i kontrol altında tutan anne
Süperego; Kuralcı ve tabuları ayakta tutan baba
Bu şekilde anlatmış ve görev dağılımlarını aktarmıştır.(Bkz. Oedipus Kompleksi)
Bilinci örneklendirmek gerekirse; 
Alt bilinç olarak izah edilen id acıktığı zaman hemen bir şeyler bulup yemeyi amaçlar. Ancak benlik (ego) bunun daha uygun bir zamanda olması veya olmaması gerektiğini hatırlatıp onu dizginler. 
Üst benlik (süperego) ise kural ve değerler bütünlüğü içinde insana yön veren bölümdür. Bu bölüme vicdan da denilebilir. Bu bölüm daha çok emir ve yasaklara göre bir yol belirler.
 ya da kötüyü birbirinden ayırmaya başladığımız süreçlerde gelişir ve olgunlaşır. Zamanla aile, anne ve baba, çevre, okul, din, geleneklerden öğrendiklerimiz içselleştirilir ve bizim değer ve kurallar bütünlüğümüzün oluşmasına yardım eder. Bu açıdan bu üç temel bilinç şekillenmesinin belli düzeylerde bizlerde yetersiz olması gerçekten iyi olmaz. İnsan, düşünen bir varlık ve zararı önceden hesaplayabilecek; sonradan öğrenebilecek bir yapıya sahiptir.
Bazı insanlar bunun İlahi bir güçten geldiğini bazıları ise Freud da dahil Evrim teorisinden geldiğini söyler. Lakin iki görüşte vicdan kavramını ele alır.