-I-
‘Söz’ insanın aslında söylediği tüm şeylerin, senedi ya da başka bir açıdan
teminatıdır. Ondan dolayıdır ki, tüm kültürlerde sözedir itimat ve güven. Çünkü;
söz vermek bir yolculuktur, insanın kendini tanımaya çıktığı. Söz vermek, özü bilmektir;
sözün seni sen yapan, benliğini ortaya koyan en önemli göstergendir. Çünkü
Hadis’i Şerifte de denildiği gibi; Söz vermek namustur.
“Söz, iki
sonsuz arasında bir çırpınış.”
- Cemil Meriç
-II-
Söz vermekle, yalan söylemek arasındaki tek fark da bu hususta şekillenir.
Sözü alan kişi kadar sözü veren kişinin de, zamanın belirli durak
noktalarında kendi yalanına inananlar komitesine iştirak etmesidir. Yalanlar
elbet inandırıcı olabilir; kimisi yalan cambazıdır, inandırır. Lakin sözler ve
yeminler, bağlayıcı ve kutsayıcıdır. İşte bu yüzden verilen her söz, bir parça
aidiyet gerektirir. Gözlerden başlar, dudaklara kadar senle dolar fikrinin özü. Atalarımız,
‘mutluyken söz vermek derler’ çünkü ani bir feveranla dökülür kelimeler boşluğa
ve artık verdiğin söz efendindir senin.
“Söz ağızdan çıkana kadar o senin esirin ,
ağızdan çıktıktan sonra sen onun esirisindir.”
ağızdan çıktıktan sonra sen onun esirisindir.”
-
Hz. Ali(ra)
-III-
Söz vermeyin dostlar; çünkü verilen her
söz tabiatı gereği çiğnediğinde -kural budur, sözler çiğnenmek içindir- güvenin
kristal sütunlarını benliğin üzerine parça parça dağıtır ve serer. Bu parçalar
öylesine keskin ve yoğundur ki, her hareketinde daha da derine işler ve yaranı
deşer durur. Ve öylesine ince yapılıdır ki, her dokunulan ten geride örtünmesi
imkansız izler bırakır.
“Sözleri
tutmanın en iyi yolu, hiç söz vermemektir”.
- Oscar Wilde