5 Mart 2019 Salı

İnsanın Doğası Üzerine


-I-

Çaresizlik insanın içinde barınan ve beslendikçe daha da büyüyen bir kurt misali. İnsan onu karanlığıyla besliyor ve işin garibi, karanlığı tükeneceği yerde bilakis daha da yayılıyor. Kanserli hücre gibi nereye temas etse yapısını bozuma uğratıyor, ki karşısında hiçbir şey duramasın. İnsanın yaşamı, ölüme çağıran bir işaret fişeğidir bu sebepten. Yaşadığımız an geriye doğru saymaya başlar zaman ve kararlarımızla onun akışına yön veririz. Fakat yaşamın içerdiği bu karanlık da önemli bir etmendir. Onunla olan münakaşamız netice itibariyle hasıl olan karmaşanın tek suçlusu olarak bizi ortaya itiverir. Yazmak belki de bu yargılama sürecinde kendimize kalkan edindiğimiz Kafkaesk bir savunma biçimidir. Dava’sında K’nın meçhul yargısı neyse, yazgının insanın boynuna yüklediği yargı odur. Aynı çürümüşlüğü ve aynı kötülüğü alırız karşımıza; ardından ölene değin üstesinden gelmeye çalışırız. Yorgun düştüğümüzde ise dalgalara kapılıp gideriz. Woolf’un içine gömüldüğü de bu dalgalar mıdır?

-II-

Aydınlığı karanlığın orta yerinden izlemek yaşamın cilvesi midir; yoksa insan her ikisini de yaşayarak mı ölmelidir? Göğsümde sıkışan ve sıkıştırdıkça yazma ihtiyacı hissettiren; hatta muhtaç hale getirerek bunun keyfini çıkaran kesif dürtüden nasıl kurtulabilirim? İnsanı insan yapan, insana dair çıkarımlarını ifade ederken kullandığı tanımlamalar mıdır? Yargılamadan ve olduğu haliyle kabul ederek. Ama kendimle kavgalı iken ve kendime yabancılığımı fark etmekle geçiyorsa zamanım; başkasına yaklaşımım nasıl yargıdan münezzeh noktaya erişecek? Bu sorular zihnimin duvarlarını aşındırır ve kopardığını da kağıda damıtır durur. Öylece bakarım sadece, verdiğim tepkilerin veyahut kaçmak itiyadımın anlamsızlığı, içinde bulunduğum zorunluluğa anlam yükleme ihtiyacını doğurur. Milyonlarca insan aynı şeyi yapar ama işte tam olarak benim yaptığım özel olandır; çünkü benim aynamda görünen bana aittir. Öte yandan insanın kendiyle olan kavgasını ayıracak ne yazık ki kendisi değildir. Kendini görmek için başkalarının tuttuğu aynalara muhtaçtır. Bu sebepledir ki, yazarak düşünmek kadar, konuşarak düşünmek de düşüncenin köklenmesi için gereklidir.

-III-


Homo Homini Lupus, yani insan insan kurdudur. Bu sözü duyan herkes haklılığını onaylar. Ama bazıları da der ki, insan insanın aynasıdır. Peki, hangisi doğrudur? Thomas Hobbes'a göre, insanın kurdu kendisidir. Yani, insanın kaderini belirleyen - ki burada olumsuz bir yazgıdan bahsediliyor - yine insanın kendisidir. O halde insanın başkasını yiyerek ulaşmak istediği şey kendisi midir? Kendini gerçekleştirmek için mi başkalarının cehennemi olur? Sartre'a göre, cehennem diğerleridir; bu açıdan insanın varlığın diğer insanların varlığına doğrudan etki eder ve bu düşünürlere göre olumsuz etkisi çok daha belirgindir. 

Fakat pek bilinmeyen bir şey vardır. Bu sözün asıl sahibi Thomas Hobbes değildir, Antik Romalı komedya yazarı Plautus'tur. Eserlerinde insanın gerçeğini tarafsız biçimde gözler önüne seren Plautus, trajik olayların ardında saklı mizahı silah haline getirerek tenkit oklarını fırlatır. İnsan insana kurtsa, kendi kuyruğuku kemiren aynı kişi değil midir?  Horatius bu hicvi şu sözlerle açıklar: quid rides? mutato nomine, de te fabula narratur, der; yani, neden gülüyorsun? adı değiştir; anlatılan senin hikayendir. Belki de insan aynayı kendine tutmadığından, başkalarında cehennemi yaşar, onları kurtlara benzetir. Kim bilir...