27 Eylül 2018 Perşembe

Arzular Üzerine

Şehvet ile şefkatin arasında sıkışmış sevgiler yaşarım boyuna. Hangi yanı seçmek gerekir bilmeden, söyleyecek söz bulamadan. Oysa retorik ve kitabi bilgi hususunda yetkinimdir, fakat pratikte karşılaşılan durumlar, yalnızca pratikte edinilen tecrübelerle kavranılabilir. 

Aşk, kitaplarda bolca anlatılan bir kavramdır, ama yaşandığında anlam kazanır ancak. Ve benim zihnim ne aşka ne de aşkın vücut bulmuş hali kadına hitap edecek yeterliğe sahip değildir. Bundan mütevellit aşka dair ne söylersem söyleyeyim, çocuksu bir düşten ötesi olamaz.

Aşık insan, tüm kadınların istediğinden ziyade, tek bir kadının istediğini düşünüyorsa duygularını belli eder. Mamafih acıya da katlanmak gerekir: çünkü hissettiğim müddetçe yaşar, düşlediğim müddetçe ayakta durabilirim; fakat ondan uzakta onunla yaşamaya devam ettiğim için, yaşam anlamını yitirir. Yaşamın anlamı, ona anlam atfedenin düşüncelerine bağlıdır çünkü.

Nasıl sevmeli ya da sevmeli mi? Eğer sevmekse gereken, sevilmeyi beklemeli mi? Sevilmek şart değilse, nedir aşk? Ya da gerekliyse, sevgisiz nasıl yaşanır? Sevgi, şehvet ve iltifat gibi hallerin karşılığı yoksa bu sevgi midir? Aşk ile sevginin farkı ya da benzerlikleri nelerdir? Sorular insanın zihninde durmadan çoğalan bakteriler gibi oysa girse yarin koynuna çözülecek. Basit görünen şikayetler, kompleks sorunları tetikler ve yanlış öğrenilen hayati konular, hayatı kabusa çevirir. İşte tüm deliliğin sebebi de budur: yani arzuların ötelenmesi.


Angel of Love - Leonid Afremov 

Geceye Not - 5

Bazı anlar vardır, durmadan hatırlanır. İnsan, ister ki yeniden yaşayabilsin; yeniden yaşayıp da hatalarını düzeltebilsin. Oysa ki o hataların neticesinde bu noktaya vardığı gerçeğini değiştirmez düşündükleri: lakin saplandığı çaresizlik hissi, bataklık misali içine çeker, zihni kararır. Acaba demeye başlar önce, keşkeler gelir ardından; kendini suçlamaya başladığı anda ise, hayattan izole olmaya başlar. Öldürdüğü kişinin, öldürdüğü zamanı yani kendisi olduğunu anlamaz; nitekim o an anlasa bile umurumda olmaz: çünkü kaybettiğinin değerini de, kaybedeceğini değerine oranını, kar-zarar hesabını doğru yapacak durumda değildir. Hayatta da, hayattan da kaybeden olduğunu fark ettiğinde ise önüne bir yol ayrımı çıkar: ya zor olanı yapıp yoluna devam edecektir, ya da geçmişi yük edip dibe çökecektir. Hayatın özeti de bu kırılma noktalarında verilen kararlardan ibarettir işte; yılların hesabını bir an verir ve belki de bir ömür faturasını ödersin.  

25 Eylül 2018 Salı

Geceye Not - 4

Ağlamak, çaresizliğin maksud bir ifadesi mi, sadece çaresiz olanlar mı ağlar? Yoksa ağlamak halen yaşamla dolu yüreğin kirlenmemek için gösterdiği yersiz çabalar mı? Kirlenmiş sözlerin söylendiği, şarkıların umutsuzluğu paylaşmaktan çok duyguları sömürdüğü dünyanın çarkları içinde paramparça olmuşluğumun izahı safdil olmam mı? Oysa ben ölümü gördüm, kucağında nilüferlerle açtı kapıyı, bir çınarın gölgesinde üfledi ruhumu. Köklerimden koptuğum o gün, ufukları ve zamanı dile getirdi.

Bir sandal oyuldu bedenimden, gürül gürül akan bir nehrin dalgalarında yalçın tepelere kulaç atarak büyüdüm, çürüdüm. Sevdayı, sevginin en ihtiraslısını, ihanetin en çetrefillisini tanıdım. Bir tutam yaşamak çaldım, ölümden başka hakikat olmadığına inandım. Bedenim yıpranmış eski bir kitaptı, kapakları yırtık, sayfaları yorgun ve eksik, eksiksiz düşler ve renkleri yazdım, okunmadım.

Yitirilmiş sevinçlerin, geç kalınmış yaşamları izlediği hayatlar, yaprak gibi düştükleri toprağın hükmüne boyun eğerler, toprak ki asırlardır aldığından fazlasını verir insana, tüm doğaya. Toprağa adak edilen bedenler, bahar olup gelişini muştalarlar tüm cihana. Ve bulutlar, güneşin perdesidir. Bulutlar, göğün mahzun çocuklarıdır. Gökkubbe engin deniz, sahilde toplanan çakıl ve kum gibi, tüm dünyayı gezdirir onlara. Kuşların evi, şairin vuslata varış yeri.

Çok yoruldum tanrım, tufanlardan, depremlerden, yangınlardan kaçtım da, kendime, kendi yıkımına yenildim. İnsanın, imanın, itikadın, ihtisasın, itibarın, ilmin ve isyanın riyasına saplanıp kaldım. Kurtar beni, tut elimden, azad et bu ucuz sirk oyunlarından. Sahnede bir maymun muzu yeme derdinde. Diğerleri kuzu kuzu sıranın kendilerine gelmesini ummakta. Parçalanmış ruhumla arınma dilerim, ellerimde yaşamdan kaçan bir korkağın kanları, ölümümü beklerim. Tut yüreğimden, tut ki açılsın önümde kapıları, düşlediğim cennetin.

24 Eylül 2018 Pazartesi

Geceye Not - 3


Aşk öylesine tesirlidir ki, insan yok olacağını bile bile varlığın tiryakisi olur. Kuşların kanatlarını inceler, göğün mavisine, suyun yeşiline ve şehvetin ateşine tutulur. Öyle kontrolsüz, öyle denetimsiz; çukurun dibinde yıldızlı düşler kurar, fısıltıları inlemelerine karışan bir delilik halidir. 
Oysa ne demiş Shakespeare; "Seveceksen ölçülü sev ki sevgin uzun sürsün; çok hızlı giden de çok yavaş giden gibi geç varır hedefe." Yoğun duygular zamanı unutturur ama zaman da yaşanılanı çürütür. Duyguların tahribi çürüyen evin duvarları gibi rutubet kokuları içinde yaşadığın hissini verir. İşte korku budur; aşkı doludizgin yaşamadıktan sonra aşkın anlamı nedir, fakat uçuruma gittiğini bile bile devam etmek de aptallık değil midir? Düş kurulur önce, sonra düşer ve düşüncelere teslim olur.