30 Eylül 2021 Perşembe

Oyunlarla Yaşamak

 

Her iktidar gücünü müdafaa etmek ister, bunda bir beis yok. Ancak yönetilenin yönetenle ilgili tutumu çok önemlidir. Yönetilen kendinin farkında olmazsa, kaderini belirleyen yöneticiler olur. Bu da nihayetinde çöküşü getirir. Zira Roma nasıl ki çürümeyi örtmek için kanlı oyunlar servis ettiyse, çağlar boyu aynı yöntem özenle kullanılageldi.

 Roma İmparatorluğu döneminde sıklıkla zikredilen Latince bir tabir vardır:  panem et circenses. Türkçesi “ekmek ve sirkler” ya da “yiyecek ve eğlence” olarak düşünülebilir. Juvenalis’e ait olan bu tabirin kullanımı ise oldukça basittir. Ülke çapında bir sorun mu cereyan etti, bir hadise mi vuku buldu; tepkiyi gidermek adına hemen şenlikler düzenlenir, ziyafetler verilir, eğlenceler yapılırdı. Bunun sebebi, karnını tok, aklını meşgul tuttuğu insanların sorunlar karşısında isyana yeltenme olasılıklarını gidermekti.

 Bilhassa M.S. 1 yüzyıldan sonra yaygınlaşan bu sözün tesiri muazzamdır. Çağlar boyu birçok devletin yönetim kademelerini etkilemiştir. Çünkü etkili bir yöntemdir, başarısı garantidir. Gladyatör filminin bir sahnesinde Kolezyum’a eğlenmeye gelen insanlara ekmek dağıtılması olayı da buna örnektir. Halk nasıl olsa bedava eğlenceye ve ekmeğe razıdır, gerisi onların pek de umurunda olmaz.

 Benzerini yine Avrupa’da görürüz. Kilise, barbar istilalarıyla boğuşan sefalet içindeki halka çorba dağıtarak aç ama zihni ölü bir güruh yaratır ve gücünü bu yolla muhafaza etmeye çalışır. Çünkü farkındalık kazanan kitleleri kontrol etmek zordur, refah ise illaki özgürlüğü getirir. Bu da yöneticilerin pek işine gelmediğinden “önce aç karnını doyur,” denilmeye yöneltilir. Tıpkı Nazi döneminde halka kömür dağıtılması gibi, rüşvetle halkın iradesi kontrol altına alınır.

Guy Debord bunu “Gösteri Toplumu” olarak tanımlar. “Entertainment” yani eğlence sektörü aracılığıyla kocaman bir balon yaratılır ve kitleler bunun içerisine hapsedilir. Öncelik daimai bir tatmin ve mutluluktur, bunu sağlamak için sürekli olarak bir şeyleri sergilemek, göstermek gerekliliği sağlanır. Böylelikle Gösteri Toplumu’ndan Tüketim Toplumu’na geçiş de sağlanır.

 Ancak aranılan tatmin asla sağlanmaz. Sistemin işleyişi açısından mantıklı da değildir zaten. Metanın tüketimi adına, tüketiciyi önce imal etmek ve ardından ikna etmek gerekir. İknanın ardından tatmin arayışı sürekli körüklenir ki zincir asla kırılmasın, altın yumurtlayan tavuk kaçmasın. Bu yolla hem kişi meşgul edilir hem de servetin güvenliği sağlanır. Çok tanıdık değil mi?

 İnsan insandır ve hep aynıdır, diye boşuna demiyoruz. Çarkıfelek ve türevi yüzlerce yarışma programına müptela olanların zihnine girebilsek görebileceğimiz şey Kolezyum’da gladyatör dövüşü izleyenlerden pek de farklı olmayacaktır. Nitekim hep aynı ellerce sunulan bu sözüm ona “eğlence” yayınlarının işlevi bellidir. Kimileri zevk-ü sefa içinde yaşarken, diğerlerinin sorgulamasının önüne geçmenin yoludur. Böylece başlarına iş açılmaz, düzenleri bozulmaz. Peki ya biz bu durumda ne yaparız?

Kafamıza çay atılan bugünlerde tüketerek var olmaya çalıştığımızı inkar edebilir miyiz sahi?  Gösteri toplumu öyle bir şeydir ki, gösterinin sahteliğini fark eden “aykırı” ilan edilir ve toplumca kötülenir. Tüketmeyen öcü sayılır, salaklıkla, zevksizlikle itham edilir. Oysa gösteriye bakındığımız her an bizlerden çalınan asıl servet olan zamandır. İsimler değişir, formatlar değişir ama gaye aynıdır. Mahalle yanarken saçını tarayanlar kınanır ve evin en değerlisi televizyonlarda eğleneceğimiz izlenceler ardı ardına yayınlanır. Sonuç ise hep aynıdır: Spartaküs’ün isyanı, Messi’nin golü, Survivor’ın final günü…


2 yorum: