Aidiyet hissi, yalnızlık korkusu ve çıkarlar, bahar çiçeklerine kırağı düşürüyor. Çünkü değişim ile savrulan fikirler, çaresizce gerçekliğin soğuk dokunuşuyla yüzleşiyor.
Çünkü hayal kurmak, kumar oynamaktır. Gerçeklik ile imaj dünyası arasında mahir edayla gezinmek lazımdır. Buna muktedir olamayan zihinlerse, Phaeton gibi ölüme at koşturmaktadır.
İyilik ile kötülük arasındaki mutlak savaşın tarafsızıdır insan. Dostoyevski'nin de dediği gibi, 'İnsan yüreği, Tanrı ile Şeytan arasındaki savaşın meydanıdır.' İnsan kirlenmiştir, temizlenmek için ise daha fazla kirlenmeyi göze almaktadır. Çünkü kaybolmuştur ve yolunu bulması için, yol göstericiye ihtiyaç duymaktadır.
Doğru ile yalan arasında sıkışmıştır aynı zamanda ve kirlendiği ölçüde yalana tamah etmiştir. Çünkü yalan vaat ile doğru gerçeklerle gelir. Kırağı ile donmaktan korkan insan, yalan ile yanmaya, işte böyle böyle razı gelir. Nihai dengeyi bulmak için yaşayan insan böylece, dengenin kendi ağırlığı oranında bozulduğunu anlayınca kurt uluşu yok oluşta bulur.
Halbuki varlığın temelinde durağan bir yapının aksine, sürekli bir geçişim vardır ve bu süreç müşterek yaşayışları ortaya çıkarmaktadır. Düşünmek insanın en büyük silahıdır ve yaşamla bütünleştikçe, bu silahı daha yetkin şekilde kullanır. Hayatın içinde aktif ve etkili olması içinse, Katharsis'e ihtiyacı vardır.
Katharsis kavramını ortaya Aristoteles atmıştır. Kelime anlamı, "Arınma, arıtma"dır. İnsanların tragedyalar aracılığıyla acıma ve korku hislerinden arınmalarının, pasiflikten aktifliğe geçmelerini sağlayacaktır.
Nietzsche ise, eski dost-yeni düşmanı ünlü besteci Wagner'den etkilenerek kaleme aldığı Tragedya'nın Doğuşu(1886) adlı eserinde, Dionysos ile Apollon arasında olan insana, 'Trajik İnsan' demiştir. Bu insan tipi özgürlüğü ve eğlenceyi de (Dionysos), disiplin ve düzeni de (Apollon) dengeli olarak bünyesinde barındırır. Mutlu olmak için kaderini kabullendiğini de belirtir ve buna 'Amor Fati' adını verir. Yani 'Trajik İnsan' yaşam denen oyunun farkında olarak, kendi sınırları içerisinde kurgular sunar. Çünkü, çılgındır(demens) ve yaşam Bengi Dönüş içerisinde kendini daima tekrar etmektedir. Nietzsche'ye göre bu oyuna iştirak eden insan nihayetinde iki yoldan birini seçmektedir, ya plastik sanatlara(heykel,resim v.) ya da evrensel biçimsiz bir tını olan müziğe yönelir.
Varoluşçu felsefeciler de bu düşünceden hareketle yola çıkmışlardır. Nietzsche bir Ara Nesil öngörmüş ve bu neslin büyük krizler içerisinde amaçsızca sürükleneceğini iddaa etmiştir. İkinci Dünya Savaşının büyük vahşetinin ardından harabeye dönen Paris'te ki birkaç entelektüel beyin de işte bu tarife uygun durumdadır.
Hayatın bir amacı olmadığını ve aslında kendini tekrar ettiği fikrini ortaya atarlar. Çünkü varoluş, özden önce gelir. İnsan ve hatta doğa var olur ve sonrasında bilinç ona bir isim vererek şekillendirir. Katharsis'in temelinde de bu kalıbı aşıp, doğanın varoluşuna ulaşmak isteği vardır.
Kant'a göre bu imkansız olsa da, Varoluşçu düşünürler bu fikri irdelemişlerdir. Nietzsche'nin Katharsis kavramını ele alışı da aslında Kant'ın salt akıl temelli düşünce sistemine karşıttır. Bundan ötürü Nietzsche, felsefeye duyguları ve arzuları yani tüm varlığıyla insanı katmıştır. Varoluşçu felsefeciler de bunu devam ettirmiştir.
Jean Paul Sartre ve Albert Camus, özgürlük ve mutluluk konularında önemli başka fikirleri de ortaya koymuşlardır. Sartre, insanın özgürlüğü mahkum olduğuna çünkü birey olarak bunu üstlenmekle yükümlü olduğunu ileri sürmüştür. Lakin özgürlüğü için bedel ödemesi gerektiğini, tüm sorumlulukları alması gerektiğini de ekler. Çünkü insan ancak, özgür olmayı hak ederse özgür olabilir.
Camus ise, hayatın kendisinden anlamı olmadığını, anlam atfedenin özne olduğunu böylece özünün ortaya çıktığını söyler. Sartre ile koşut olan fikirleri temelinde, bireyin tanrı olmadan da ahlaklı ve mutlu bir şekilde yaşabileceği fikrine dayanmaktadır. Çünkü Tanrı Öldü, onu tüm insanlık öldürdü. Çünkü Tanrı'ya ihtiyacı yoktu artık ve bu boşluğu Nietzsche'nin öngördüğü gibi güzel sanatlar ile doldurdu. Kısacası tanrının yerini, sanat aldı.
Bugünün insanları yani biz, varlığın ve yokluğun incelenmesinde belki de Ara Nesil kavramına net bir şekilde uymaktayız. Ne savaşın ne de sosyal hareketlerin rüzgarı esmiyor artık fakat amaçsız ve apolitize olmuş haldeyiz ve biriken yaşam enerjimizi atamadıkça öfkeli, saldırgan ve en nihayetinde tatminsiz hale gelmekteyiz. Çünkü mut(suz) bir nesiliz ve arzularımızın tatminine erişemedikçe, kendi benliğimize yönelik kaygılara kapılırız. Eric Berne'ün 'Games People Play' yani 'Hayat Denen Oyun' adlı kitabında ve Varoluşçu yazarların da eserlerinde değindiği gibi oyunu anlamalı ve hayatın içinde oyunlarla yaşamalıyız. Oğuz Atay'ın karakterlerini çağrıştıran mizah ve ironiyle hayatın acı gerçeklerinden bile zevk alacak noktalar çıkarabiliriz. Ya Nietzsche'nin Trajik İnsanı olacağız ya da gerçeğin karanlık yüzüne dönüp bakacağız. En nihayetinde oyunlar makbuldür çünkü insan oyunu ve yalanı sever, gerçekse her zaman beraberinde acıyı da getirir.
Ve Rousseau insanı şöyle anımsatır;
Ey yüce gönüllü yalan! Gerçek hiç sana tercih edilecek kadar güzel olmuş mudur?
Ecce Homo!
Çok bilgilendirici, genel kültüre doping etkisi yapacak bir yazı olmuş, eline sağlık. İnsanlık mutsuz çünkü her şeye bir avuç gücü elinde bulunduran 'siyasetçi' denen azınlık karar veriyor ve verdikleri kararlar korkunç sonuçlara yol açıyor. İnsanlar çaresizlikten ve korkudan sanırım apolitik olmayı seçtiler biraz da...:(
YanıtlaSilÇok haklısın abla maalesef...
SilBeğenmene sevindim, sevgiler :)
Aynen mutsuz bir nesiliz .Yalanlarla yaşıyoruz işte.Güzel bir yazı olmuş.
YanıtlaSilTeşekkür ederim dostum, sevgiler :)
SilEmre'cim süpersin, harika sentezler, fikirler, tebrik ederim..:)
YanıtlaSilTeşekkür ederim dostum, sevgiler :)
SilAra nesil olmak,bizi öyle yordu ki :) Çok güzel bir yazıydı.Teşekkürler :)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim, sevgiler :)
SilSimple kindness is what is needed.
YanıtlaSilAmalia
xo
thank you dear :)
Sil