Sevgili Ophelia,
Şimdilerde
senin adımladığın kaldırımlara hüzün yağıyor, şimşekler gidişinin ardından ıssızlaşan sokakları acıyla teşhir ediyor. Çıplanan taşların,
duvarların ve binaların arasında yapayalnız gezinen kedi ve
köpeklerin feryadı özlemini
haykırıyor. Rüzgarlar
esiyor, dalgalanan saçlarında sevdanın rayihası; hisleniyorum. Ne fena şey hatırlamak dimağında kalanı, ne acı lahzalar arasına çağların yükünü sığdırması...
Uzun
kış gecelerinde yalnızlığım bile gölgelere sığınma arzusuyla yanıp tutuşuyor. Ne
kadar sararsam sarayım, kollarım bedeninin yoksunluğuyla
tükeniyor. Kelimeler boşa çekilen kürek gibi dalgaları dövmekle
iktifa ediyor. İntizar eden mağrur ruhun muazzep çığlıklarını
duymanı ne çok isterdim, ah bir bilsen!
Halbuki şu ıssız gecenin sonuna vardığımda elinde çiçeklerle bahar
ülkesine giden yollara sürüsen, düşünmeden evet derdim. İnsan
ne garip, ne denli aldanışa meyilli...
Sözlerim kılıçlarla kuşanmış şövalyeler kadar soylu, ipek
elbiseler giyinerek parfümler sürünmüş kişizadeler kadar asil
değil bilirim. Sözcüklere itaat ettirmek çetin iş, başkaldıran düşler izin vermez öylece teslim olmasına. Duygularım gemlenmemiş, dört nala süzülen coşkun nehirler gibi
yatağından taşar durmadan.
Nasıl
ki, kış geldiğinde baharın o heyecan verici renkleri solup
gidiyorsa, umut da yüreğinde karanlığı taşıyanların ellerinde çürüyüp yok oluyor. İşte bu zamanlar kalbime söz
geçiremeyip seni anıyorum. Nasıl aniden
tüm dünyanın ekseninden çıkmasına
müsaade edebildim bilmiyorum, ama seni düşlerimde bana getiren o
görkemli patikanın sonunda gerçeğin hayalle karıştığına
inanıyorum. Yaşam basit detaylarda
kendini aşikar ediyor, orada duyuyorum yankılanan sesini...
Aklımın durgun sularında süzülüyor ve öylece dağılıp ardından yeniden kıyılarına vuruyorum. Çaresizim, umutsuzum, kendimden başka her şeyin hareket ettiği şu dünyada sabit kalıp öylece yaşananlara bakıyorum. Nedir şu dünyayı döndüren baştan başa, nasıl sensizliğe karşı duyarsız kalabiliyor insanlar...
Sensizlik diyorum işte, önünde sonunda sensin konu. Seninle başlıyor ve seninle nihayete ermeyi bekliyor ömrüm. Çünkü aşk iki kişilik bir sırdır, der Dostoyevski ama ben sır saklamakta pek iyi değilimdir. Sevgilim, benim aklım bir curcuna alanı, kaosun ve mutlak entropinin yegane merkezi. Nasıl senin yokluğunu bağışlarım...
Dağılan ve yeniden toplanan, üsteleyen iklimler arasında salınan göçebe fikri. Oysa düşüncelerim ne kalabalık bir bilsen, duyularım bir mıknatıs misali ne buluyorsa topluyor ve zihnim patlamaya meyyal bir halde senin yamaçlarında savruluyor. Düşen her parça ölümün kanatlarına ekleniyor, serpiliyor zamanla ecelin gölgesi zamana mekkare...
Yorgun düşlerim sana hasret, çarpıp duran kalbim isyanın kayıp mırıltısı aslında. Sonsuza değin kendini tekrar eder durur, ritimleriyle adımlarını izler ve sonuna varır öylece... Söylesene daha iyi bir tanımı var mı sensizliğin? Yoksa sen de hayallere kapılıp giderken mendilini sallayanlardan mısın sevgilim?
Yaralarım daima kanar ve kabuk tuttukça çözülür başladığı yerden. Kırıklarım vardır görülmez; her gün yeniden, yeni baştan tazeler kendini...
Ophelia, sen yaralı bir kuşun uçmak için nasıl çabaladığını bilmezsin, senin diyarlarında acılar örüntülerle kaplı bir silsile halinde gelip bulmaz ruhunu, deşmez yaralarını. Yaralayan ne varsa kabul etmenin, onlarla bir olup yaşamanın ne olduğunu sadece hayal edebilirsin; işte bundandır seni özlerken, sana hasret kalmam. Hasret, yokluğun ve ben baş başa romanlarla kozalanan ve şiirlerle bezenen dünyalar kurar, öylece gelişini bekleriz. Fakat sen gelmezsin, harcanan zaman ömürden giderken anılarda solup yitersin...
Çıplanan ömre ve geçip giden zamana tutkunuz... Ömür ne büyük bir kelime bir bilsen, tek hece ama bin bir gece; onu düşünerek geçer de sahip olduğu yegane şeyi fark ederek pişmanlığa sarılır insan. Zamandır kişiyi var eden, zaman kadar varız ve onun kadar yalanız.
Ne yaparsak yapalım sesimiz duyulmayacak nasıl olsa, nereye gidersek gidelim görülmeyecek çektiğimiz acılar. Savrulup gideceğiz fırtınalarda ve her çizikte senin izlerin belirecek. Ki anımsamak sevdiğinin bir parçasını içinde taşımak demektir. Deşer durur kederini ve durmadan kendini hatırlatır. Oysa ben bilmezdim ki sevginin böyle olduğunu. Sen bana öğrettin, seninle başladım soluk almaya ve seninle tükeniyor nefesim. Seni arıyor, seni dileniyorum; sensizlik ölüme denk, biliyorum...
Özlemişim bu mektupları :)
YanıtlaSilHoşgeldiniz :)
SilEllerinize sağlık çok güzel.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. 🙏
Sil