18 Kasım 2020 Çarşamba

Bir Post-Truth Çağı Dilemması: İnsanın Gerçeği Yalan Mıdır?

Hayat ağacında doğup filizlendim. Bedenim, zihnimin bir uzantısıydı; zihnim ise geçmişin silik anılarıyla bezeli bir odaydı. Dışarıda asırlar deveran ediyordu durmadan ve ben aklımın dallarına çaput bağlayıp coşkun dalgaların arasında yol alıyordum.

Her dalında bambaşka dünya, her yaprağında bin bir farklı nazar vardı. Bambaşka sesler birleşiyor ve kah gürültü oluyor kah insanı sarıp sarmalıyordu. Tükenmek sadece bir haldi, halden hale geçenler yerini devamlı başkalarına bırakıyordu. Başka tabiri ne tuhaf, değil mi? Kimlik diye giyindiğimiz esvabın yalnızca bizleri ilgilendirdiğini gösteriyor. Kendimizi değerli sanıyoruz; ancak rolümüz biter bitmez figüranlığa ve ardından sahne dışına itiliyoruz. 

Hayat katman katmandı, içine daldıkça derinliğinin değil karanlığının arttığını görüyordu. Halbuki karanlık dediğin de insana dair, değil mi? Karanlık olmadan ışığın önemi, anlamı kalır mı?

Bir de boşluk vardı elbet. Eşeledikçe umudu körelten antik bir doku. Her eylem kendinden bağımsız bir yolda ilerler ve insan varlığı gereği beklenmediktir; eylemleri asla tahmin edilemez. Boşluğa saplandığında bütün geçici tanımlar yerini sahici sarsıntılara bırakır; erdem diyerek baş tacı ettiği ne varsa berhava oluverir.

Yapraklar düşer, çiy damlaları son bir şans deyip yaprağın yüzeyinden sıyrılarak kendilerini kurtarır. Yaprak ölür, toprağa  kavuşur ve bir daha doğmak üzere yitip gider. Yiten yaşam değildir aslında, yaşam kendini yeniler, hatta yineler; yaprağın düşüşü bir adımdır yalnızca; dünya yanar, dünya söner ama ağacın gölgesindeki yaşam durmadan tekerrür eder...


Hayat ağacında doğup filizlendim. Bedenim, zihnimin bir uzantısıydı; zihnim ise geçmişin silik anılarıyla bezeli bir odaydı. Dışarıda asırlar deveran ediyordu durmadan ve ben aklımın dallarına çaput bağlayıp coşkun dalgaların arasında yol alıyordum.

Her dalında bambaşka dünya, her yaprağında bin bir farklı nazar vardı. Bambaşka sesler birleşiyor ve kah gürültü oluyor kah insanı sarıp sarmalıyordu. Tükenmek sadece bir haldi, halden hale geçenler yerini devamlı başkalarına bırakıyordu. Başka tabiri ne tuhaf, değil mi? Kimlik diye giyindiğimiz esvabın yalnızca bizleri ilgilendirdiğini gösteriyor. Kendimizi değerli sanıyoruz; ancak rolümüz biter bitmez figüranlığa ve ardından sahne dışına itiliyoruz. 

Hayat katman katmandı, içine daldıkça derinliğinin değil karanlığının arttığını görüyordu. Halbuki karanlık dediğin de insana dair, değil mi? Karanlık olmadan ışığın önemi, anlamı kalır mı?

Bir de boşluk vardı elbet. Eşeledikçe umudu körelten antik bir doku. Her eylem kendinden bağımsız bir yolda ilerler ve insan varlığı gereği beklenmediktir; eylemleri asla tahmin edilemez. Boşluğa saplandığında bütün geçici tanımlar yerini sahici sarsıntılara bırakır; erdem diyerek baş tacı ettiği ne varsa berhava oluverir.

Yapraklar düşer, çiy damlaları son bir şans deyip yaprağın yüzeyinden sıyrılarak kendilerini kurtarır. Yaprak ölür, toprağa  kavuşur ve bir daha doğmak üzere yitip gider. Yiten yaşam değildir aslında, yaşam kendini yeniler, hatta yineler; yaprağın düşüşü bir adımdır yalnızca; dünya yanar, dünya söner ama ağacın gölgesindeki yaşam durmadan tekerrür eder...


Yaşam hatadır kimine göre, kimine göreyse mucizevi bir dokunuş; insanın kumaşını dokuyan ellerin mahareti yaşamın da onun cevheri çevresinde gelişmesine olanak sağlamış, denir. Cevher, ne güzel kelime! Parıltısıyla etrafındaki sayısız mahlukatın ilgisini çeker.

İnsan, cevher mi yoksa onun parıltısında kendini kaybeden canlılardan herhangi birisi mi? 

Aranan şeyin değeri bulunmasında değildir; asıl olan arayıştır. Mefkureyi halis, muteber kılan insana bir değer katması, amaç sunmasıdır. Kutup Yıldızı misali ışığında yürümek ışığına yürümekten evladır, yeğdir. 

Sahi insan nedir? İnsan kendi olmayandır,  zira kendini tanımladığı kavramlar kendinden öncesinin ve kendisiyle birlik süregelen arayışların sunduğu kadim yalanlardır.

Masaldır, mittir, efsanedir, hikayedir. Asırlardır üstüne katarak nesilden nesile iletir. Oysa insan olmak istediğini anlatır, olduğunu yaşar. O halde olmak istediği bile değilken, nasıl olduğu kişiyle bağdaştırdığı koca bir tarih yaratır?

Voltaire, "yaşayanlara saygı borçluyuz az çok, ölenlere tek borcumuz kalmıştır: Gerçek," der. 

O da bilmektedir ki, insan, gerçeği ararken yalana tutunandır; gerçeği unutan ve yalanı hakikate yamayan becerikli bir usta.

İnsan anlaşılması güç olandır, şüphelidir ama zekası inanılmazdır. Kendine söylediği yalanlarla binlerce yıllık bir sürecin akışını değiştirebilen başka kaç tür vardır? 

İnsan varlığın enstrümanını eline aldığında nota bilmiyordu, öğrendi; her adımda farklı bir ses kattı ve nihayetinde senfonisini neticelendirdi. Her şey güzeldi ama değişti, değil mi? Başladığı yerden çok uzaklardaydı artık. Herakleitos seslendi ardından; "değişmeyen tek değişimin kendisidir," ve ekledi: "Bir nehirde asla iki kez yıkanamazsın."

Nehir değişir, insan değişir, zaman değişir ve zaman gelir değişim dahi akışa kapılıp savrulur gider.

O vakit sorayım sana: Şarkımız çalarken söylenecek sözümüz olabilir ama ya bittiğinde ne yapacağız dersin? Bizi bir arada tutan antik yalanlarken hangi gerçeğe inanıp tutunacağız? 

Orası sana kalmış... Ancak Rousseau'nun bir sözü de vardır ki, değinmeden geçemem.

"Ey yüce gönüllü yalan! Gerçek hiç sana tercih edilebilecek kadar güzel olmuş mudur?"

Ecce Homo!



10 yorum:

  1. Değerli paylaşımın için teşekkürler,sayende doğruları öğreniyoruz :) gizli dosyalar dizisi gibi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Estağfurullah. Senin tasarımların ve üretimlerinin de yeri ayrı. Sevgiler. 😊🙏

      Sil
  2. Hayat bir oyun başrolde ben varım :)

    YanıtlaSil
  3. Bu yazıları okuyanın, yazarın 20'li yaşların başında biri olduğuna inanması güç. Okurken, sanki çile odasına kapanıp 1001 gün hakikati aramış bir derviş yazıyor gibi hissediyorum. Zaten güzel yazıyordun, ama dönüşün muhteşem olmuş Emre. Tebrikler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Estağfurullah efendim. Teveccüh gösterip okurken harcadığınız zaman boşa geçmediyse, ne mutlu bana. Nezaketiniz için de ayrıca teşekkür ederim. 🙏

      Bu arada 17 Ağustos'ta 25 oldum. Artık ortaladım 20'leri.😊

      Sil
  4. heeey daha kısa yazsana yaaa :) bu yazı en az iki yazı olmalı yaniii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tamamdır, yeter ki sen oku, daha kısa yazarım. Sevgiler. 🙏🍀

      Sil
  5. Gerçekleri arayan insan yalanları da pek sever, tercih eder. Bu da en büyük zaafı ve hatası bence. İlk bölüm kazara iki kez yayınlanmış gibi Emreciğim bilgin olsun. Eline sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsan, o kadar kompleks bir yapıya sahip ki, anlamak pek mümkün değil. Kişi kendinden yola çıktığından bile arayışını nihayeti olmuyor.

      Kazara değil, kasıtlı olarak iki kez verdim. Tekerrür ediyor çünkü. Her yaprak bir insan aslında... 😊

      Nezaketin için teşekkür ederim, sağ olasın. 🙏🍀

      Sil