11 Mayıs 2017 Perşembe

Yeni Seri Önerileri

Merhabalar Blogger dostlar, öncelikle estetiğe giriş yazıma yorum yapan tüm güzel insanlara teşekkür ederim, iyi ki varsınız. An itibariyle yazıya başlıyorum lakin gerek yaklaşan finallerim gerekse dergiye yetiştirmem gereken yazımdan ötürü biraz gecikmeli olacak, affımıza sığınırım.

Bugün ki konumuz ise yeni bir seri hakkında fikir alışverişi olacak. Aklımda Bilim Serisi adı altında toplu yazılar yazmak fikri belirdi. İlk yazımda 'zaman nedir?' sorusuyla başlayıp, bilgimin ve kalemimin yettiğince size bilgi sunmaya çalışacağım. Diğer yazıların ve final süreci boyunca kozada olacağımdan, sizden yazabileceğim konular hakkında fikir bekliyorum. İstediğiniz konuları yorumlarda belirtirseniz çok sevinirim. Konu sınırlaması düşünmedim sadece akademik ve teknik detaylardan ziyade, eğlenceli ve teşvik edici paylaşımlar yapmayı tasavvur ediyorum. Yeni Seri fikri dışında başka seri önerileri de almak isterim.

Yorumlarınız için şimdiden teşekkür ederim. :)


6 Mayıs 2017 Cumartesi

Estetiğin İhaneti - Giriş

Estetik diğer ismiyle güzelduyu, güzeli (bilhassa sanat eserlerinde) bulma amacıyla ağırlıkla 19. Yy'dan sonra hakkında yazılan felsefe dalıdır. Peki estetik nedir, biraz açalım konuyu.

'Seni seviyorum' dediğinizde acaba sen zamirini hangi niteliği karşılaması için kullanıyorsunuz? Sen, kişiliği mi yoksa kişinin sahip olduğu bir vasfı mı niteliyor? Sen'i sevmek demek yani benlik ifadesi olarak sen olanı sevmek, kendini ifade şekline dair bir iltifat mı yoksa egosunu okşayarak bedenine, maddi ya da manevi gücüne ortak olma istencinin ifadesi mi? 


Öncelikle birkaç soruyla ısınalım ve öyle başlayalım. 
Estetik nedir? Görselliğe dayanan bir zevk ve tatmin hali mi? Bunu açmak gerekirse, antik mısırdan bu yana dilden dile dolaşan altın oran arayışı mı? İşlevsellik nedir peki, estetiğin işlevselliği var mıdır?

Sevginin bu denli sığ olarak algılandığı ve yaşandığı bir devirde, sanırım cevabı hepimiz biliyoruz. Lakin genel manada eleştiri getirmek ve konuyu tartışmak isterim. Blogger dostlarımdan estetik anlayışı ve güzellik kavramıyla alakalı yorumları bekliyorum. Devam yazısı bu doğrultuda şekillenecek.

Sevgiyle kalın...


29 Nisan 2017 Cumartesi

Denemeler - 8



-I-


‘Söz’ insanın aslında söylediği tüm şeylerin, senedi ya da başka bir açıdan teminatıdır. Ondan dolayıdır ki, tüm kültürlerde sözedir itimat ve güven. Çünkü; söz vermek bir yolculuktur, insanın kendini tanımaya çıktığı. Söz vermek, özü bilmektir; sözün seni sen yapan, benliğini ortaya koyan en önemli göstergendir. Çünkü Hadis’i Şerifte de denildiği gibi; Söz vermek namustur.

“Söz, iki sonsuz arasında bir çırpınış.”
-          Cemil Meriç
                                                          

-II-

Söz vermekle, yalan söylemek arasındaki tek fark da bu hususta şekillenir. Sözü alan kişi kadar sözü veren kişinin de,  zamanın belirli durak noktalarında kendi yalanına inananlar komitesine iştirak etmesidir. Yalanlar elbet inandırıcı olabilir; kimisi yalan cambazıdır, inandırır. Lakin sözler ve yeminler, bağlayıcı ve kutsayıcıdır. İşte bu yüzden verilen her söz, bir parça aidiyet gerektirir. Gözlerden başlar, dudaklara kadar senle dolar fikrinin özü. Atalarımız, ‘mutluyken söz vermek derler’ çünkü ani bir feveranla dökülür kelimeler boşluğa ve artık verdiğin söz efendindir senin.


“Söz ağızdan çıkana kadar o senin esirin ,
ağızdan çıktıktan sonra sen onun esirisindir.”
-          Hz. Ali(ra)


-III-

Söz vermeyin dostlar; çünkü verilen her söz tabiatı gereği çiğnediğinde -kural budur, sözler çiğnenmek içindir- güvenin kristal sütunlarını benliğin üzerine parça parça dağıtır ve serer. Bu parçalar öylesine keskin ve yoğundur ki, her hareketinde daha da derine işler ve yaranı deşer durur. Ve öylesine ince yapılıdır ki, her dokunulan ten geride örtünmesi imkansız izler bırakır.

“Sözleri tutmanın en iyi yolu, hiç söz vermemektir”.
-          Oscar Wilde


 






26 Nisan 2017 Çarşamba

Denemeler - 7


-I-


Beni var eden ya da başka bir deyişle varlığımın tozlu sayfalarının arasında gezinirken, harcadığım zamanımı anlamlandıran tüm kelimelerin; tozlu kınlarından özenle sıyrılmış hançerler olduğunu  düşünüyorum. İşlemeli ahşap sandıklarında saklanmış ve asırların nefretiyle bilenmiş, zehrini damarlarımda hissediyorum. Nerede başlamış ya da nerede bitecek bu oyun? Perdeleri kim çekecek, kim söndürecek güneşi ve kim öldürecek içimde yaşayıp giden seni?


-II-

Keşke dememek için yaptıklarımdır, bana en çok 'keşke' dedirtenler. Pişmanlaştıktan kaçmaya her yeltenişim, her geçen gün daha da fazla aşikar etti kesin hükmümü. Ben o bildiğin 'ben' değilim artık. Kabuğumun içinde ağır aksak çürüyen unutulmaya yüz tutmuş, bir şair müsveddesinden ibaretim. Beni sıradanlaştıran da işte bu farkındalığım ve kendinden uzaklaştıkça kopuklaşan bağlar insana sözcüklerinin ardındaki tini gölgelemeyi salık ediyor.  Sen varsın, kelime var ama manaya dair tek bir iz bile bulamazsın. Ne olacak peki, kim kurtaracak kaybolanı, mutlak düşüşe mahkum mudur insan?


-III-

İnsan bir kere sustu mu, anlam kazanmaya başlarmış söylediği sözler. Bir kere sustun mu, sessizliğinde yalınlaşır ve kalıbına oturur fikrin. Sevgi gibi, söylenenler değil hissedilenler belirler ve şekillendirir barındırdığı anlamın mahiyetini. Lakin insan en çok yalanı kendisini söyler ve her seferinde yeni baştan başlar bu oyuna.  İnsan zihnini ne denli açarsa, yüreğini de o denli mühürler dünyaya. 


-IV-

Susmak ve acı çekmek; sustukça ne çok konuşuyormuş sahi insan. Kalabalıklaştıkça yalnızlaşan ve yalnızlaştıkça kabuğuna bir parça daha kaybettiği masumiyetinden serpen her insan gibiydim. Çünkü; susmuştuk ve her insan bir parça sessizliğe mahkumdur. Kapıları kapanmıştı şehrimin ardına kadar. Sisli bir gece, rutubetten tavanı çökmeye müsait tek gözlü bir evde kaybetmiştim çocukluğumu. Karanlıkta aydınlığın ölümünü müjdelemişti geçmişimin birikmiş yargıları. Şimdi; zamanı şekillendiren kavramlardan vâreste, bulutlara kanat çırpan bir kuşun kanadındayım. 'Ben kimim', soru sormayı bırakın artık. Sizleri siz yapan da öldürdüğünüz yaşamlarda saklı. 



25 Nisan 2017 Salı

Denemeler - 6



-I-


Konuşuldukça unutulan şeylerden biri de yalnızlığın kendisi olmuş durumda. Yara kaşındıkça akan irin iyileştirmiyor hatta daha da hasta ediyor. Yalnızlık da diğer tüm kelimeler gibi, obur çağın müsrif insanları tarafından çöplüğe süpürülüyor. Nitelik kaybediyor ve niceliği üzerinden laf salatası yapılıyor. ‘Yalnızlık, müziğin bile seni dinlemesidir’ sözünden amaçsız bir bulunma halinin yoksunluğunu ifade biçimine dönüşüyor. Kelimelerin anlamlarını böylece kaybettiği bir dünyada, dile dökülen hangi duygu ya da düşüncenin hükmü olur? Sevgi, saygı, sadakat veya hoşgörü, şekilci bir güruhun atıştırdığı çerezlerdir sadece.



-II-


Boş bir odada ve loş bir ışığın nazarında oturup, dışarıda amaçsızca gezinen insanları izliyorsak eğer senin şiir vaktin gelmiş demektir. Gece örtüsünü düşleriyle yıkar ve aklının surlarına asar. Şiiri şair, şairi ise yalnızlık ve yalanlar doğurur. Yalnızlık insanın kendisine mektup yazmasıdır, mührünü de kanıyla vurur. Sessizlikte söylenen tüm sözler, insana kimi zaman duvarda izler bırakacakmış gibi hissettirir. Ayın şavkı vurdu mu yüzüne, boyası akıp  sanki geriye
sadece sözcükler kalacak.


-III-

Yalnızlığı anlatayım size, beni iyi dinleyin. Asıl yalnızlar, ‘yalnızım’ diyenlerdir sanmayın. 
Anlatamamak değildir onun yoksunluğunu yaşadığı. Anlatmak ile anlaşılmak arasında sıkışmaktır aklında kımıldanan kurtlara sebep. Yalnızlaşır insan elbet ama kalabalıklar içindedir onun yalnızlığı. Yalınlaşmaktır yani bir nevi. Çünkü birbirine benzer tüm yalanlar tıpkı insanlar gibi. Çünkü insanlar yalanlarıyla yaşamaya alıştılar. Bizler ise yalnızlaştık ve insan yeterince yalnız kalınca, yalnızlığıyla bir şeyler paylaşmaya başlar.


-IV-


Kelimelerle raks edercesine dolaşan bu mısralarda ki yaşam izlerimdir. Silinmez izler bırakmaya yelteniyorum. Ay ışığı ve yakamoz, penceremde buğulanır onun bakışları. Ah o yüreğimden çalıp götürdüğün umut mudur? Saklama gözlerini ölüm bizi bekler, ah o ardında bıraktığın yaşlar sevginden arda kalanlar mıdır? Biz bir bütün müyüz, parçalandığımız yerlerden birbirimizi bulacak mıyız? Kırıldıkça, yaralarımızı onaracak mıyız? Bedenimiz bir kalabalıkta süzülüyor olabilir lakin Kafka’dan beri yalnızlığımız insanlarla kuşatılmadı mı sence de?

Anlatmak kolaydır, anlaşılamamaksa dehanın bitimsiz lanetidir…



14 Nisan 2017 Cuma

Denemeler - 5

Kadınları arzulamak, yıldızları izlemek gibidir. Semada süzülen tüm o parıltı, zihninde mucizevi izlenimler uyandırır. Işıltısına kapılırsın ve efsunkar edasına vecd duyarsın. Fakat yakınlaştıkça ve aranızdaki tüm buğu silindikçe sadece başı boş savrulan bir kaya parçasından ibaret olduğunu anlarsın. Şarap da öyledir, para da. Kavramlar çıplaktır, onları giydiren ve şekle sokan sensin. Onsuz yaşayamam dediklerin, onsuz yaşamak istemediklerinden ibarettir. Arzularının bir nehir gibi akması, seni özgür kılmaz. Çünkü arzulardır asıl tehlikeli oyunlar oynayan ve kafatasında nihai kuklacısı ile ipin ucunda raks eden üstün(!) ırktır insan. Sahip olamadıkların, değer kazanır zamanla. Sahip olmak istenci ve hükmetme arzusu ile dolarsın ve buna nail oldukça güçleneceğini sanırsın. Lakin sahip olmaktır asıl zayıflık. Sahip olduklarınla değil vazgeçebildiklerinle var olursun ve vazgeçebildiklerin tükendiği gün özgür kalırsın. Yaşamak delilik gibidir, tüm mesele sadece kimin kimi kafeslediğidir.


Resim: Mario Ortiz Martinez - Encaved Desires

30 Mart 2017 Perşembe

Fatih'in Defteri



Hayallerimizdir, hayatlarımıza yön veren ve geleceğimizi şekillendiren bugünlerimizdir. Cesaret ve özveri ile attığımız her adım ise gerçeklik perdesini aralamaya bir adım daha yaklaştırır bizleri. 
Bugün hayallerinin peşinden giden güzel bir insanın çok fazla bilinmeyen bir yönüne değineceğim. II. Mehmet ya da bilinen ismiyle Fatih Sultan Mehmet, Türk ve Dünya tarihinin en önemli sembol figürlerinden biridir. Öncelikle biraz bilinenlerle başlayalım. Çağ kapatıp, çağ açan hatta gemileri karadan yürüten büyük deha. Anadili Türkçe'nin yanı sıra Yunanca, Arapça, Latince, Farsça ve İbraniceyi kusursuz şekilde konuşuyordu. Birikimiyle Amasya Sancağı’nı ihya etmiştir. Sanata, felsefeye ve musikiye karşı da ayrıca aşırı ilgiliydi. Fatih olduğunda da kendisine Bizans’tan miras kalan Antik Yunanca eserleri -müstehcen olanlar dahil- özenle korumuştur. Bizans imparatorunun cenazesine her tür saygıyı gösterecek kadar çağının ötesinde bir liderdir. Suret çizmenin yasak olduğu bir anlayışta döneminin ünlü ressamı Gentile Bellini'ye kendi portresini yaptıran bir Rönesans anlayışını temsil edecek kadar da ileri görüşlüdür. 



Edebi dili günümüze kadar ulaşan bir şairdir ve şiirlerinde yalnız dini ögeler de bulunmaz. Pozitif bilimler konusunda da muazzam bir birikime sahipti. 21 gibi genç bir yaşta Konstantipol'u(İstanbul) fethetmiştir lakin asıl önemli nokta Fetih öncesi yapılan hazırlıkların her aşamasında ordunun başında bulunmasıdır. Rivayetlerin birinde de bu konuda bir anlatı vardır. Rumeli Hisarının yapımında ilk taşı hünkarın bıraktığı ve ismini(Muhammed) surlarla yazdığı söylenir. Teknik konularda ki bilgisini de, Şahi toplarının çizimlerinde ve gemilerin karadan Haliç'in içlerine yürüterek kanıtlamıştır. Şahi topları hakkında biraz bilgi vermek isterim bu noktada;
"Bu top 8 metre uzunluğundaydı. 75 cm çapındaki güllesi 544 kilo çekiyordu. Doldurulması da haliyle üç saat sürdüğünden günde ancak beş altı kere ateşlenebiliyordu. Top yere konulup sabitlendiği zaman bir daha döndürülemiyordu. O kadar ağırdı ki yapımcısı Macar Urban bu topu kalıplara hiçbir öküz arabasının taşıyamayacağını hesaplayarak iki parça halinde döktürmüştü. Böylece zamanına göre çok ileri bir vidalı sistemle birbirine eklenerek kullanılıyordu. Nişan almak falan imkânsızdı ama hedef İstanbul kadar büyük olunca eninde sonunda surların bir tarafına bir gülle denk geliyordu. Surlara isabet ettiği anda da o noktanın tamiri gece gündüz çalışan Bizanslı duvar ustalarıyla bir haftayı bulabiliyordu.
Bu topun daha az bilinen bir başka özelliği de İstanbul’un fethinden 354 yıl sonra, 1807 yılında Çanakkale Boğazı’nı zorla geçmeye çalışan İngiliz gemilerine bir el ateş edip 22 kişiyi öldürmesi ve İngilizleri geri çekilmeye zorlamasıdır. Daha sonra olayın hatırasına 1870’lerde Sultan Abdülaziz topun 1464’te yapılan bir örneğini İngilizlere hediye etmiştir. Şu an kendisi İngiltere’de, Fort Nelson Topçu Müzesi’nde sergilenmektedir."
Gelelim şimdi asıl konumuza, 1941 yılına kadar Topkapı Sarayı arşivinde bir el yazması kimse tarafından farkedilmeden bekliyordu. Ta ki Prof.Dr. Süheyl Ünver'in dikkatini çekene kadar. Süheyl Ünver 20 yıl boyunca yaptığı tetkik ve incelemeler yapmıştır. Defterin Fatih’in babası Sultan II. Murad Han dönemine ait olduğu kesindi. Yapıldığı kağıtlar da dönemin İtalya’dan getirilen kağıtlarıydı. Üstelik Hazine-i Humayun’a konacak kadar ve Sultan II. Abdülhamit’in emriyle saray mücellithanesinde ciltlenip bakımı yapılacak kadar da önem gösterilmişti. Süheyl Ünver, 20 yıl emin olamadıktan sonra sonunda 1961 yılında bu defteri “Fatih’in Çocukluk Defteri” adlı bir çalışmasıyla ilan eder. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan defter Fatih Sultan Mehmed’e dair bilinen en eski belgeleri de içermektedir. Peki Fatih’in Çocukluk Defterinde neler bulunuyor?
Tamamlanmış veya eksik pek çok tuğra denemesi
– O dönemin eserlerinde rastlanan türden pek çiçek motifi
– At başları, baykuş, leylek, kartal çizimleri
– Kanat şeklinde desenler
– Fatih’in hocalarının ve o dönem etrafında gördüğü kimselerin karikatürleri
-Sarıklı yüz çizimleri, Hıristiyan portreleri
-Eski Türkçe alfabe
-Yunan alfabesi
-Farsça beyitler



Bugünün hayalleri, yarının gerçekleridir. Fatih Sultan Mehmet'in çizimleri onun zekasına ve yaratıcı zihin yapısına dair en büyük işarettir. Fatih, cihan imparatoru olacağını o günlerden belli etmiş ve Rumeli Hisarına da çizimini yaparak, bunu taçlandırmıştır. Tuğrasını çizdiği Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye'nin hükümranı olarak, Bizans'tan İstanbul'u almış ve çağ açıp, kapatarak tarihte akışı değiştiren dehalar arasına ismini yazdırmıştır. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.


30 Kasım 2016 Çarşamba

Tüyap 2016 Notları

Ayşe Kulin(Everest Yayınları)

İşlerimden dolayı bu sene Tüyap paylaşımı epey sarktı, kusura bakmayın. Tüyap bu sene de epey kalabalıktı. Umarım nitelikli okur(!) sayısı da aynı oranda artar.

İlk fotoğraflar tam bir İstanbul Hanımefendisi Ayşe Kulin ile...
Kendisi çok sevimli ve hoş sohbet bir insandı. İlk kez okumuştum ama hem kalemine hem de kişiliğine hayran oldum.

Hakan Günday(Doğan Kitap)

"Seni dosdoğru tanıyacak ve hakkıyla yargılayabilecek tek kişi yine sensin. Onun için yazdıklarını ilk elden çetin ceviz  bir okurunun nazarında değerlendirmeyi unutma, yani kendi yargıcın ol. Bir de şunu asla aklından çıkarma, şu dünyada varlığınla yeganesin ve düşüncelerinle insanlara özgün bir pencere açmalısın.
Asla yazmaktan ve okumaktan vazgeçme, yolun açık olsun."

Bu sempatik yüz, bu tontiş göbüş, hiç eksilmeyen gülücük, ilgili ses tonu bunlar zaten yeterken üstüne üstlük her okuruna nezaketen ayakta imza vermesi, tutuklu yazar Aslı Erdoğan'ın kitabına anı için imza artırması, ikramları ve hatta okurlarından kitap ve film gibi öneriler içeren listesine bir adet örnek ricası. Böylesine bir insanı her gün tanımak olanaksız, seviyorum seni güzel adam. 


Sinan Meydan(İnkılap Kitabevi)

Mükemmel bir tarihçi ve harikulade bir insan, yakın(Cumhuriyet) tarihi üzerine ondan ötesi yoktur sanırım. Kısa süren sohbetimizde de bu konuda ondan fikir edinme fırsatım oldu. Bana söylediği en güzel şey şuydu kuşkusuz;
 "Atatürk düşmanları saldırmaya devam etsin, bizler yani türk gençliği; bizler nefes aldıkça ve mücadele verdikçe onlar kazanamayacaklar ve Atatürk'ün kurduğu cumhuriyeti yıkamayacaklar".
Selam olsun...

Emrah Serbes(İletişim Yayınları)

Hepimizin aklında aynı soru, Behzat Ç. devam edecek mi?
Evet haberi vereyim, devam edecek 😊
Emrah Serbes'i anlatmak zor bir mesele ama deneyeyim. Samimiyet ve dostluk konusunda Hakan Günday ile yarışırlar bence ama tarzları daha farklı tabi. Birası ve leblebisiyle bana farklı bir insan olduğunu direkt olarak farkettirdi. Bu arada fotoğraftan da yorgunluğumuz belli oluyordur. Tüyap'ı biz kapattık o gün 😃


İhsan Eliaçık(İnşa Yayınevi)

Ve Anti Kapitalist Müslüman, Yaşayan Kuran İhsan Eliaçık Hocam...
Metrobüsle geldiğinde ve standa vardığında ilk işi su içmek oldu. Tonton yüzünü ter içindeydi ama bir insan bu kadar mı sevimli olur dedirtti.😄
İmza sırasında bize birkaç öğüt verdi ve hatta derslerine davet etti, onunla tanışmak ve muhabbet etmekte büyük şerefti gerçekten.

Fotoğraf çekilemesem de imza aldığım diğer isimlere de değineyim.

Ataol Behramoğlu(Tekin Yayınevi)

"Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir."

+Bu mısraları nasıl ortaya çıkarıyorsunuz, ilhamınız nedir acaba?
-İlhamımı yaşadıklarımdan ve gördüklerimden alıyorum. Anıları, acıları ve sevinçleri; hepsini süzgeçten geçirip, kağıda nakşediyorum. 
Bu şiirleri yazan bir insanın sanatçılığına dair söz etmek haddim değil ama kişiliğinr değinmek gerekirse kibar ve mütevazi tavrı o kadar hoşuma gitti ki, sarıldım boynuna 😊

Eren Erdem(Doğu Kitabevi)

İlahiyatçı Yazar, Milletvekili ve aynı zamanda hemşehrim Eren Ağabeyim...
Sağolsun bu sene de epey ilgilendi ve muhabbet ettik kendisiyle, yakın zamanda çıkacak dergimizle alakalı(onunla alakalı paylaşım da gelecek) önemli bağlantılar da aracı oldu. Mükemmel bir insan, kesinlikle tanışın derim.


Deniz Türkali(Doğan Kitap)

Ve son olarak kapanışı yine güzel bir hanımefendi ile yapalım. Geçenlerde kaybettiğimiz büyük değer Usta Yazar Vedat Türkali'nin kızı Tiyatrocu, senarist Deniz Türkali ilk kitabını yayınladı. Tabi ben de hemen imzamı kaptım. 😊

Bu senelik Tüyap'tan benden bu kadar 😊
Gelecek yayınlarda Nicola Tesla'nın biyografisinin ikinci bölümü, Dostoyevski biyografisi ve birkaç adet deneme yazısı gelecek, beni takipte kalın. Bir de unutmadan sağlıcakla kalın, esen kalın, hoşçakalın. 😊 (Trt spikeri mode off)




17 Ağustos 2016 Çarşamba

21 Yaş ve Bloğa Geri Dönüş



Bloğuma gerek sağlık sorunları, gerekse kişisel bazı sorunlar nedeniyle ara vermek zorunda kaldım. Geçen süre zarfında tedavim olumlu ilerledi ve artık arkadaşlarımın da teşviğiyle dönmeye karar verdim. Bugün doğum günüm 21 yıldır nefes aldığım ve yaşadığım hayata sembolik bir anlam katabildiysem bile ne mutlu bana. Bloğumda bana mesaj atan, beni destekleyen ve benim yaratım sancılarımı sabırla bekleyen tüm arkadaşlarıma sevgilerimi sunuyorum. Umarım bundan sonra daha iyi şeyler yapabilirim :)









1 Mayıs 2016 Pazar

Tanrının Alfabesi - 2

Değerli dostum Mehmet Mirioğlu'nun bilgi, bilim ve din felsefesi gibi geniş yelpazeli ve işlenmesi ağır konuları ustalıkla ele aldığı yeni kitabı yine Kaynak Yayınları etiketiyle satışa çıktı.
Bütün kitapseverlere tavsiye ederim.